Atatürk’ün Ölümü ve Cenazesi Hakkında Bilinmeyenler

Atatürk’ün tedavisiyle memur dönemin hekimleri müdavi ve müşavir olarak 2 grupta toplanıyordu. Müdavi’ler; Prof Dr. Neşet Ömer İrdelp ve Prof Dr. Reşad Belger’di. Müşavir doktorları da 5 hekimden oluşuyordu. Müdavi hekimler ATA’nın son durumunu dakikası dakikasına takip edenlerdi. Müşavirler ise uygun gördükleri zamanlarda tedavi uygulardı.

ATA; 1916’da yaşadığı Akciğer iltihabı sonrası yatarak tedavi görüyor, 1918’de böbrek sıkıntıları geçiriyor, 1919’da Şişlideki evinde kulağında bir rahatsızlık yaşanıyor. 1921’de ise sol yanağında çıban çıkıyor. 1921’de at kazası ile 3 kaburgası kırılıyor. 1923’te ufak – tefek kalp rahatsızlıklar görülüyor. 1936 Kasımında üşütme geçiriyor. Asıl öldürücü rahatsızlıklar ise 1936 sonbaharında görülmeye başlıyor…

Atatürk'ün Ölümü

10 Kasım 1938 Perşembe günü yaşananlar ve tıbbi seyir:

  • Saat: 00:05’te sonda yardımıyla 140 cc idrar boşaltıldı.
  • 02,00’de yarım balon oksijen verildi.
  • 02,45’te 1.cc’lik Huile de Camphree şırınga edildi.
  • 03,30’da koltuk altından ateşi alındı (ateşi normaldi) Aralıklarla oksijen verilmeye devam edildi.
  • Saat 06,25’te solunum yüzeyselleşti ve hırıltı daha da azaldı.
  • Saatler 07,45’i gösterirken 37,7 cc, nabız ise 124 olarak kayda alındı.
  • Saat 8.00 glikoz serumu verirler.
  • Saat 8.00’i geçerken Ata’nın yüzü daha da soldu ve sapsarı bir renk aldı. Birden gırtlağından ” Hi, Hi, Hi…” sesleri çıkmaya başladı. Doktorlardan Kamil Berk yaşlı gözlerle ve eli karyolaya dayalı diğer elindeki ıslak pamukla Atatürk’ün ağzına su vermeye çalışıyordu. Prof. Dr. Süreyya Hidayet ile Hekim Abravaya Marmaralı, tabanla ilgili tepkileri kontrol etmektedir.
  • Saat: 8,05’te 1 cc Camphree ve 500 cc glikoz serum yapıldı.
  • Saat: 08:25’te toplardamar için 1/8mgram ouabaine şırınga ile verildi.
  • Saat 8,30 da 500 CC glikoz serum tekrarlandı.
  • Saat 09,00… Nabız şu anda 130… soluk alıp verme ise 34. Ata’nın gözleri kapalı göğsü sık inip çıkmakta. Başta bulunduğu oda olmak üzere, bütün Dolmabahçe derin bir sessizlikte.

Saat 09,05, Atatürk birden gözlerini açtı, sert bir hareketle başını sağa doğru çevirdikten sonra tekrar önceki haline getirdi. Devamında nöbet defterine şu yazıldı: Saat: 09,05 vefat etmişlerdir. Atatürk’ün ölüm sebebi, otopsi yapılmasına gerek olmadığına yönelik düzenlenen raporda şöyle izah edilecektir: “… Vefatına sebep müzmin karaciğer hastalığı ‘cirrhose ascitogene’ tabii ilerleyişine devam ederek karaciğer büyük yetersizliğe bağlı derin koma ile husule geldiği ittifakla tespit edilmiştir…”(karın bölgesinde sıvı, asit toplanması)

Hastalığın teşhisi nasıl yapıldı? Kim yaptı?

Atatürk’e ilk kez teşhis koyan hekimlerden biri Prof. Dr. Nihat Reşat Belger’dir. O günleri şöyle nakleder: ”Atatürk geceyi dairesinde geçirdi. Ertesi sabah otelinde, kendine mahsus özel olarak yaptırılan banyosuna girdi ve beni çağırdılar. Şikayetlerini belirttiler. Kaşıntıya acil çare bulunmasını istiyordu” Doktor Ata’yı teşhis eder. Ata, ‘‘Kaşıntıyı buldunuz mu nedir?” diye yeniden sorar. Doktor, “Evet efendim. Tek sebebi karaciğer hastalığıdır. Karaciğer sertleşmiş ve biraz da büyümüştür.”  Atatürk şaşkına döndü..Ama ne çare…Her hekim farklı teşhisler koymaktadır. Kimine göre ise Karınca ısırmasıdır…

Atatürk, alkole bağlı sirozdan mı ölmüştür?

Bu husustaki en önemli eksiklik Atatürk otopsisinin o yıllarda yapılmamış olmasıdır. Uzun yıllar görev yapan tecrübeli doktorlar bile bunun alkolden ötürü mü olduğunu ispat edemiyorlardı. Atatürk’ün kaybına dair atılan iftiralar tümüyle deli saçmasıdır. Atatürk’ün düşmanları, vefatı alkole bağlar, içtiği için siroza tutulduğunu ve içkiden öldüğünü vurgularlar. Tek amaçları; dinimizce içilmemesi gereken içkiyi Atatürk’ün çok içtiğini, dolayısıyla da iyi bir kişi olmadığına ve sonucunda da bunun karşılığını bulunduğuna inandırmak, böylece bitmeyecek bir düşmanlık yaratabilmektir. Dinden beslenenler Atatürk düşmanlığı oluşturmak için, O’nun ölümünü bu şekilde tasvir ederken, diğer vatandaşlar da bilgisizlikten ve konunun yeterince işlenmemesinden dolayı, genellikle bu şekilde; Atatürk alkolden ölmüştür şeklinde; bilirler. Bu nedenle, konunun ayrıntılı incelenmesine ihtiyaç vardır.

Ölüm raporunda ise teşhisi şöyledir: “… hastalığın bir ‘hepatite ethylique’ olduğu müşahede edilmiştir…”(alkole bağlı karaciğer iltihabı) İlk raporda gerçekleşen ölümün “cirrhose ascitogene” (karın bölgesinde sıvı, asit toplanması)’ndan oluştuğu; ikinci raporda da rahatsızlığın “hepatite sclerocongestive ethylique” (alkole bağlı karaciğer iltihabı) olduğu belirtilmektedir dikkat ederseniz ikinci açıklamada siroz alkolle ilişkilendirilmektedir. Ölüm raporunda böyle izah edilince, vefatın alkolle ilişkilendirilmesi yaygın kanaattir. Oysa günümüzde, tıbbın ulaştığı düzey çerçevesinde uzmanlar, biyopsisiz ve tıbbi tahlilsiz böyle bir kanının olmayacağı görüşündedir. Ayrıca siroz, alkolden de olmuş olabilir, sirozu meydana getiren diğer sebeplerden de olmuş olabilir; kesin bir yargı oluşturmak mümkün değildir; bir karar sadece spekülasyon olur kanısındadırlar.

Atatürk’e biyopsi uygulanmamış, ne yazık ki otopsi de söz konusu olmamıştır. Sirozun olası nedenlerini tespit edebilmek için günümüzde şart koşulan ve istenen detaylı tahliller neredeyse bir asır öncesinde bilinememektedir. O halde kabaca sirozu alkolle ilişkilendirme, tamamen siroz hakkındaki vasat bilgilerden ve Ata’nın alkol tercihinden yola çıkılarak yapılan varsayımlar kaynaklıdır. Yani kesinlikle tıbbi bir yorum değildir, sadece gerekli tıbbi tahliller yapılmadan varılan kaba bir sanrıdır.

Bunun bir sanı olup olmadığını, konu hakkında kaybından önce de değişik düşüncelerin oluşmuş olduğunu, 3 Ağustos 1938 tarihli detaylı konsültasyon raporunda izleyebiliyoruz. Detaylarında kaybolmadan raporun özetini aktaralım. Raporda sirozun nedeni üzerine paylaşılan 3 ayrı görüş var. İlk görüş alkolden, ikincisi sıtmadan, üçüncü ise hepatit virüslerinden kaynaklanabileceği üzerine. Türk tabiplerin sirozu alkolle ilişkilendirdikleri, yabancıların ise konuya ihtiyatlı yaklaştıkları görülebiliyor. Atatürk gibi bir kimseye, ölümü sonrası otopsi yapılarak kesin bir teşhis konmaması, bugün büyük ve önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Atatürk’ü tetkik ve detaylı tedavi için dört kez ülkemize  gelen Fransız Tabip Prof. Dr. Fissenger ise şöyle yorumlar yapmakta: “Söz konusu bu hastalığın sadece alkolden ileri geldiği ve oluştuğu yolundaki genel iddialar doğru değildir. Fas, Tunus ve Cezayir’den gelen birçok Müslüman hastalarımız vardır ki, ağızlarına herhangi ispirtolu bir içkiyi ömürlerinde koymamışlar ve kullanmamışlar. Dolayısıyla bu hastalığın daha başka ve mühim sebepleri olduğunu kabul etmek mühimdir. Özellikle dengesiz beslenme tarzı ve devamlı kabızlık gibi sebepler başlı başına incelenmelidir.” Bu açıklamadan sonra daha önce üç olan siroz nedeni aynı hasta için dörde çıkıyor; alkol, sıtma, hepatit virüslerinin yanına bir de dengesiz beslenme ekleniyor.

Rahatsızlığına sebep dört nedenin dördü de Atatürk’te mevcuttur.

  1. Sıtma: İki kez sıtmaya tutulur. Biri çocukluğunda, biri Mayıs 1919’da Samsun’da.
  2. Hepatit virüsleri: Daha çok diş tedavileri esnasında kapıldığı bilinir. Atatürk; çok kere diş tedavisi uygulatmış, dişlerinden bazılarını çektirmiş, üç altın diş takılmış ve sonunda üst damak protezi yaptırmış bir kişidir. Birisinde hepatit kapma olasılığı, o günkü koşullara göre çok yüksektir.
  3. Dengesiz beslenme: Askerliği sırasında özellikle 12 yıllık savaş ortamında bulduğunu yemiş ve buldukça yemiştir. Cumhurbaşkanlığı yıllarında da disiplinli yemek düzeni yoktur. Kahvaltı yapmaz, sabahları yalnız bir kahve ile sigara içer. Öğleyin çoğu kez yemek yerine bir dilim ekmekle ayran veya limonata içer. Akşamları ise düzenli yer. Lakin dengeli beslenmiş olduğunu söylemek bu şartlarda zordur.
  4. Alkollü içki: İçki içer. Gündüz içmez, akşamları küçük rakının (35 cl.) yarısını içer, sürekli içici değildir, ciddi mevzuların görüşüleceği sofralarda ve önemli devlet işlerinin yürütüldüğü günlerde içmez.

Rahatsızlıklarıyla ilgili farklı kaynaklarda paylaşılan detaylar:

Mustafa Kemal, ufak tefek hastalıkları dışında 20’lerine kadar ciddi bir sorun yaşamadı. 20’sinde geçici bir süre yakalandığı sıtmanın geçirilmesini yine aynı yılda bel soğukluğu takip etti. O senelerde ne yazık ki çokça yaygın olan bu hastalık ilerideki yıllarda İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde üroloji kliniğini kurdurtacaktı. İdrar yollarındaki bu müzmin hastalığa ilave olarak, Anafartalar Muharebesi sonlarında, 1916’da akciğer iltihabı dolayısıyla ateşle yatağa düştü. 2 yıl sonra Yıldırım Orduları Komutanı iken böbrek ağrıları başladı. Karlsbad Kaplıcalarında tedavi gördü. 1919’da Şişli’deki evinde bir süre kulağından rahatsızlık geçiren Atatürk, aynı yıl 19 Mayıs’ta çıktığı Samsun’da tekrar nükseden böbrek ağrılarından dolayı 19 gün Havza Kaplıcalarında kaldı. Samsun’da iken tekrar sıtmaya yakalandı. Yılın son günlerinde, 27 Aralık’ta böbrek ağrıları tekrar başladı. 1921 Nisan’ında sol yanağından çıban çıktı, sonrasında attan düşerek 3 kaburgası kırıldı. Bu hali ile cepheye gitti. 1923’te ise ufak tefek kalp rahatsızlıkları geçirdi. 1927 yılı Mayıs ayında göğüs ağrıları çekti.

Alkole bağlı sirozlarda karaciğer küçülmekte, diğer nedenlere bağlı siroz hastalığında ise karaciğer büyür ve bu durumdaki büyüklüğünü korur.” Ata’nın ilk raporlarında karaciğerin büyüdüğü, son tahlillerde ise, 08 Eylül tarihli raporda olduğu gibi, organın büyüklüğünü sürdürdüğü, küçülmediği ifade edilmektedir.

Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı yıllarında hiç içki almadığı, devam eden senelerde de aşırı içmediği, karşısındakilere içirdiği söylenmektedir.

Atatürk'ün Ölümü

Atatürk’ü Masonlar mı öldürdü?

Atatürk bilindiği gibi bir süre İttihat ve Terakki’de görev aldı. Bu dönem içinde Yahudi dönme ve masonlarla sık karşılaşmıştır. Atatürk’e Anadolu’da ki bazıları ciddi şekilde ”mason” unvanını koyabilmekteydi. Atatürk masonlukla ilgili hiç konuşmazdı. 1930’ların ikinci yarısında ise telgraflar alıyordu. Atatürk’e hoşgörülerini sunuyorlardı. Atatürk daha sonra bu masonların taksimat ve ahvaline ilişkin detayları partisine vererek kapanmasını  istiyordu. Atatürk bu hususta 2 şeyi hiç sevmezdi… Biri masonlar, diğeri dönmelerdi… “Çünkü masonluk Yahudi tarikatı olmaktan başka şey değildi. Ülkemizde de olmamalı , ne gerek var?” sözleri geniş yankılar buluyordu! Ve Atatürk’te sevmiyor ve saymıyordu! Daha sonraki devam eden günlerde meclise gelen Recep Peker ”Arkadaşlar masonluk kalmamış, locaları kapatılmıştır” diyerek sözünü noktalıyor ve salon alkışlarla çınlıyordu. Artık Atanın, vatandaşların ve Atatürk’ün yakın dostlarının istekleri de başarıyla yerine gelmiş oluyordu. Resmi Anadolu Ajansı 10 Ekim 1935’te tüm merkezlerine ”Masonların mallarının, mülklerini her şeylerinin kurumlara gönderildiğini de ilan etti” Lakin gelin görün ki İnönü’nün emirleriyle 1948’te masonlar tekrar devreye sokulacaklardır.

Bu hadise yurt dışında da büyük yankılar bularak basında yer buldu. Ardından Yunan gazetelerine de aksetti. Olayı öğrenen yurt-dışındaki masonlar ve ortakları Atatürk’ü ortadan kaldırmak için girişimlere başladılar. 33 dereceli Bulgar Yahudi kıdemli komünist mason Varnalı Benaroyas o senelerdeki bir yazısında ”Masonluğumuza imha edici darbe vuranların sonu, feci şartlarda ölümdür..” Nihayet bir gün Kremlin kararını verdi. “Onun ölümü esrarengiz bir şekilde olacak ve kendine göre gizlilik arz edecekti.” İşte Atatürk’e saldırı da bu şekilde başlamış oldu..

Dönemin tabipleri Atatürk’ün aniden ölümünü asla kabul etmez zira ülkede büyük bir tehlike yaratır ve suikast sonucu gittiği anlaşılır diyerek ismini vermek istemediği doktor Ata’ya ilk vurucu darbeyi yapar. Ve maalesef de başarı da alınır. Atatürk’ün sinir organları bu şekilde felce uğrar. Ve Atatürk’te zamanla burunda kanamalar, baş dönmeleri, istifra’lar, karşındakini tanımama gibi sorunlar ortaya çıkacaktır. Evet, Ata Masonları sevmezdi. Zararlı oldukları için de tümünü kapattırdı. Ardından masonlar Atatürk’ü yok etmek için zaman geçirmeden girişimlere başladılar. Bu masonlar içinde Türk 2. Mason lideri Mustafa Hakkı Nalçaçı da bulunuyordu.

Elimizdeki verilere bir bakalım… Masonlar öldürdü meselesi: Masonların öldürdüğü kesin bir konu değildir. Zira masonlar öldürseydi, Atatürk’ü hiçbir hastalıktan kaybetmemiş olacaktık. Bilindiği üzere Atatürk’e 4-5 farklı teşhis kondu. Ve bu belirtiler Atatürk’te meydana geldi. Yani Eğer masonlar öldürseydi. Atatürk bu hastalıkları sağ atlatmış olacaktı. Oysaki Atatürk onlarca hastalık geçirdi. Ama yenildi… Atatürk masonlarca öldürüldü iddiası net görülmemekle birlikte, tabiplerce de açık ve delilli bir şekilde ifade edilmektedir.

Atatürk’ün ölüm nedeni Alkole bağlı Siroz değildir.

Siroz’dan kaybetmiş olsaydık karaciğer şişmiş olmazdı. Lakin bir çeşit sirozdan ölseydi de böyle farklı teşhis koyulmazdı. Sıtmadan öldü denebilir. “Atatürk, milletini kurtarabilmek için cepheye koşarken iki defa yakalandığı sıtma ve tedavisi için kullanılan ilaçların bir komplikasyonu olan Banti Sendromundan ölmüştür diyebiliriz. Yoksa bazı doktorlar tarafından uydurulan alkolik sirozdan hayatını kaybetmemiştir.”

Alkole bağlı siroz riski en az 15 sene günde rakı biriminde 3 bardak ve her gün içilmesi şartıyla meydana gelebilir. Oysa Atatürk bu sıklıkla ve sürelerde içki içmiyordu. Ülkemizde çok daha fazla miktarlarda alkol alınmakla birlikte alkole bağlı siroz hemen hemen sıfıra yakın düzeydedir.

Atatürk’e zamanında konulan alkole bağlı siroz teşhisinin, o dönem elde bakteriyolojik bilgiler bulunmadan konduğu, sirozda sıtmanın da etkili olduğunu söyledi. Bir deniz tabip albayın bu konuda yaptığı doktora tezi bulunabilir. Orada Atatürk’e yanlış tedavi verildiği nakledilmektedir. Atatürk sanıldığı üzere siroz hastası değildi. Atatürk’e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı “kinin” yüklenerek karaciğer bu yüzden iflas etmiş, sonrasında siroza dönüşmüştü. Tedaviyi uygulayan hekim, mason locası üstatlarından doktor Mim Kemal’dir. Durumu ciddileştikten sonra Celâl Bayar’ın ısrarları sonrası yurt-dışından bir tabip daha getirilir. Yanlış tedaviler uygulandığı ve karaciğerinin bu yüzden iflasını raporlayan kişi ise bu gelen yabancı doktordur.

Atatürk’ün sıtma hastalığı fark edilmesine rağmen karaciğer ve dalağı yıpratan Kinin ve Atebrin benzeri ilaçlar bol kullanılarak ölüme hız verilmiştir. Sadece 1937’de İstanbul Eczanesinden Atatürk için 43 kutu kinin alınmış olması buna en iyi örnek olabilir.

Atatürk’ün cenazesi ile ilgili detaylar:

  • Atatürk’e cenaze töreni yapıldı.
  • Bayraklar ülkede yarıya indirildi, hükumete 500 bin lira para harcama yetkisi verildi.
  • 17 Kasım’da büyük bir izdiham yaşandı. Yedisi kadın dördü erkek on bir kişi bu sırada hayatını kaybetti!
  • 115 taziye mektubu ülkeye ulaştı. Törende 28 yabancı devlet adamı yer buldu.
  • Tabutun top arabasına nakli sırasında 101 pare top atıldı.
  • Cenazeye refakat edecek 12 Türk general, kılıç çekerek top arabasına eşlik etti.
  • Top arabasının ardında Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan ve eşi yürüdü.
  • Hemen arkalarında Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Başbakan Bayar bulunuyordu.
  • Etnoğrafya Müzesinde toprağa verilirken 5 dakikada bir top atışı yapıldı.
  • 10 Kasım 2013’te Ankara’da ziyaretçi rekoru kırıldı. 1.089.115 kişi Anıtkabir’i ziyaret etti.
  • Anıtkabir’in temeli 9 Eylül 1944’te atılmıştır. 1953’te ise Atatürk buraya nakledildi.

Dinlenme için 2 ay boyunca istirahat ettiği Savarona yatında sıcaktan ve nemden durumu kötüleşmiş, son günlerinde Dolmabahçe Sarayı’na nakledilmişti. Peki, nasıl oldu da sirozdan öldüğü açıklandı ve bütün kaynaklara da durum böyle yansıdı? TBMM’de ölüm raporu gündeme getirildi. Mason locaları 1935 senesinde kapatılmasına rağmen Mecliste hala mason milletvekilleri bulunuyordu. “Efendim, gençlerimize terbiye olur, onun alkol ve sigaradan öldüğünü duyuralım…” denir ve kabul edilir. Arkasından Yeşilay kurulur ve hadise de tarih kitaplarına böyle girer…

Bu yazımızda sizlere; atatürkün ölümü ile ilgili yazılar, atatürkün ölümü kısaca, atatürkün ölümü video, atatürk’ün gerçek ölüm saati, atatürk hakkında bilinmeyen sırlar, atatürk hakkında saklanan gerçekler, atatürk neden toprağa gömülmedi ve atatürkün gerçek yüzü yasaklanan video başlıklarıyla alakalı bilgiler sunmaya çalıştık. Umarım beğendiniz.