İstanbul Sultanahmet’te yer alan Dünyaca ünlü Ayasofya, 1453’teki fetih sonrası Türklerin eline geçerek 4 adet minare ile camiye dönüştürülür. Devasa kubbesi uzun yıllar en büyük kubbe olarak kalır. Mimar Sinan ancak 100 yaşında inşa ettiği ve ‘ustalık eserim’ dediğim Edirne Selimiye Cami’nde kubbe çapı ile Ayasofya’yı geçer. Tam karşısında yer alan Sultan Ahmet Camisi de bir bakıma hırs kurbanı olur ancak İstanbul’un en önemli tarihi eserlerindendir. Ayasofya; Göktürk Kitabelerinin dikilmesinden 183 yıl önce, Hz. Muhammed’in doğumundan ise 34 yıl önce M.S 537’de inşa edilir. 10 bin işçinin 5 yılda bitirdiği söylense de ne kadar doğru bilemeyiz.
Çan kulesi bulunmayan yapıyı Hz. Ali’nin başparmağıyla kıble yönüne çevirdiği rivayet edilir. Bir diğer efsane de bekçisinin bir melek olduğu yönünde. İnşası sırasında ustalardan birinin çocuğuna bekçilik eden melek, çocuğa görünerek babasını çağırmasını ister. Yerinden ayrılamayacağını söyleyen çocuğa da ‘yerinde bekleyeceği’ sözünü verir, bunu gören imparator Justinianus ise yapıya sonsuza kadar bu melek korusun diye çocuğu uzak ülkelere gönderir.
918 yıl kilise, 482 yıl da cami olarak hizmet veren Ayasofya, 1 subat 1935’te alınan bir kararla müze haline getirilir. Dünyanın en eski katedralidir. 1848’de yaptırılan 5.5 metrelik Dünya’nın en büyük hat yazıları burada bulunur. Müzede bulunan efsanelerden en bilineni terleyen sütun’dur. Rutubetten sürekli ıslanan sütuna el sürmenin her derde deva olacağı söylenir. Büyük salonun ortasındaki eski kuyunun kalp hastalarına şifa verdiği de bir diğer hikaye. Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya’ya ilk girdiği anda ayin yapmakta olan patriğin duvarın içine girerek kaybolduğu da anlatılır.
Yabancıların bildiği isimle Hagia Sofia’nın bunca yıl ayakta durmasının Mimar Sinan sayesinde olduğu ve 7.5 şiddetindeki depremlere bile dayanıklı hale geldiği kabul edilen bir gerçektir. Destek olarak yapılan eklemeler için büyük mimara bir teşekkür şart sanırız. Kanuni Sultan Süleyman zamanında, İslam’da yasak olması nedeniyle insan figürlü mozaiklerin üstü badanayla örtülmüştür. Abdülmecid döneminde ise alçılanmıştır. Bu mozaikler 1931-38 yılları arasında yapılan temizleme çalışmalarıyla ortaya çıkar.
Evliya Çelebi, unutkanlık sıkıntısı olanların kubbe ortasındaki altın top’un tam altında 7 kere sabah namazı kılıp dua etmeleri ve her vakitte yedişer siyah üzüm yemeleri halinde dertlerinin geçeceğini yazar. Akşemseddin’in ilk dersini verdiği pencere, ‘soğuk pencere’ olarak anılır. Buradan esen serin rüzgarın zihin açıklığı verdiğine inanılır.
Büyük yapı, cami mimarisine de örnek teşkil eder. Selçuklu camilerinin tavanı düz ve kubbesizken Ayasofya sonrası camilerde örnek kubbeli yapılar olacaktır.