Aynaların kırılmasının uğursuzluk yaratabileceğine dair var olan; kitaplara, filmlere konu olmuş görüş, en eski batıl inanışlardan birisidir. Kökeni ilk aynanın yapılışından çok daha eskiye, yüzyıllar öncesine, hatta ilk çağ insanlarına kadar ulaşır. Göllerde veya su birikintilerinde, kendi aksini gören ilk insan bu duruma şaşırır, bunun kendisinin ruhu olduğunu zanneder, suyu bulandırıp görüntüsünün kaybolmasına neden olanları da düşman bilir. Tabi zaman bol, düşünecek de fazlaca şeyler olunca bu tip korkular tetiklenebiliyor.
İlk aynaların ilk zamanlardaki kullanılışı eski Mısır çağlarına denk gelir. Bunlar pirinç, bronz, gümüş hatta altın gibi dayanıklı metallerden yapılmış ve çok iyi parlatılmış maddelerdi ve de tabii ki kırılmaları da pek mümkün gözükmüyordu. Bu devirde de bu parlak yüzeylerden yansıyan görüntünün o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılıyordu. Sonraları buna vampirlerin ruhları olmadığından bu parlak yüzeylerde görüntülerinin de yansımadığı inancı ilave edildi.
Cam kapların imalinden sonra da, içindeki sudan yansıyan görüntünün ruhun bir yansıması olduğu inancı devam etti ama camlar kırılabiliyordu ve o zaman da içinde bulunan ruhun bir parçası vücudu terk ediyordu. Birinci yüzyılda Romalılar bu uğursuzluğun süresini 7 yıla çıkardılar. Romalılar, hayatın her yedi senede bir kendini yenilediğine inanıyorlardı. Camın kırılması sonucu ruh ve dolayısıyla insanın sağlığı tahrip olduğundan, vücudun kendini yenileyerek, sağlığına kavuşması için yedi yıl geçmesi gerekiyordu.
Bu batıl ve saçma inanış, 15. yüzyılda İtalya Venedik’te, arkası gümüş kaplamalı, kolay kırılabilir ve son derece pahalı ilk aynaların imali ile birlikte hızla yayıldı. İnanç biraz da malumunuz ekonomik boyuta sahipti. Ayna taşıyan kişiler, evlerde aynaları temizleyen hizmetkar vb kişiler; aynaları kırmaları halinde, yedi yıl boyunca, ölümden daha beter felaketlerle karşılaşabilecekleri hususunda korkutuluyorlardı.
Bu inançla beraber geliştirilen bazı önlemler de oldu tabii. Örneğin: aynanın kınlan parçaları toplanır ve güneye doğru akan bir ırmakta yıkanırsa veya toprağa gömülürse kötü şans yok edilmiş olur. Ancak kırılan parçaları alıp evden çıkarken içlerine bakmamak gerekir. Yatak odalarındaki aynaların üzerleri kullanılmadığı zamanlarda örtülmelidir ki ruh içinde kalmasın. Ölen bir insanın evindeki aynaların da üzerleri örtülmelidir ki ruh gökyüzüne doğru olan yolculuğunda bir engelle karşılaşmasın.
17. yüzyılın ortalarında Avrupa’da ucuz aynalar üretilmeye başlanıldı ama batıl inanç zihinlerde o kadar oturmuştu ki, günümüzün modern dünyasında bile hala bizleri korkutmaya devam ediyor.