Berlin Duvarı; bir diğer adıyla utanç duvarı, dönemin komünist Doğu Almanya’sında yaşayanların batıya kaçmalarını önlemek için 13 Ağustos 1961 tarihinde bir gecede temelleri atılan yapıdır. Genel inanışın aksine doğu ile batı Almanyayı değil, doğu ile batı Berlin’i ayırmaktadır. Şöyle izah edelim: Berlin şehri, tamamen Doğu Almanya topraklarının içinde bir şehirdi. Batı Berlin de dolayısıyla doğu Alman sınırları içinde bulunan bir adacıktan ibaretti.
İkinci Dünya Savaşının bitmesinin ardından; Fransa, ABD, İngiltere ve Sovyetler, Almanyayı işgal eder. Komünistler tarafından talan edilen alanda Demokratik Alman Cumhuriyeti, diğer emperyalist ülkelerin işgalindeki bölgede ise Almanya Federal Cumhuriyeti kuruldu. Doğu Alman devleti kağıt üzerinde “sosyalist” bir işçi devleti olarak gözükse de iktidarda olması gereken işçiler herhangi bir şekilde iktidarda bulunmadıkları gibi, üretim ve paylaşımda da söz sahibi değildiler. Stalin ve adamları ülkeyi baskıyla yönetmeye başlamıştı. İşçiler ise vahşi bir sömürüyle karşı karşıyaydılar.
Ücretlerin azalmasına ve şartlarının kötüleşmesi karşısında inşaat işçileri 16 Haziran 1953’te bir gösteri düzenler. 10.000 işçi daha bu protestolara katıldı. Ertesi gün bütün Doğu Almanya’da, yüz binler greve gider. İşçiler, sadece eski çalışma koşullarını aramıyor aynı zamanda hükumetin istifasını ve serbest seçimlerin yapılmasını talep ediyorlardı. Halle, Merseburg ve Magdeburg’da grev gözcüleri şehirlerin denetimini geçici olarak ele aldı ve siyasi mahkumları serbest bıraktı.
Komunist Sovyet işgal güçleri tüm bu isyanı kaba kuvvet kullanarak kanlı bir şekilde bastırdılar. Savunmasız işçilere karşı tanklar gönderildi. Yüzden fazla insan can verdi. Yüzlerce kişi tutuklandı ve uzun yıllar hapiste kaldı. Greve önderlik eden altı kişi ölüm cezası aldı.
1957’de sadece yurtdışına değil, Doğu Almanya içinde seyahat etmeyi de denetim altına alan pasaport yasası uygulamaya başlandı. SED’in 1958’de yapılan Beşinci Kongresi, “sosyalizmin 1965 yılında tamamlanacağını” ilan etti ve Doğu Alman sendika tarihindeki en kapsamlı değişiklik hareketi başlatıldı. Tüm sendikalarda yönetimin üçte ikisinden fazlasının yerine, en sadık komünist adamlar getirildi.
Bunun üzerine işçiler hızla “sosyalist” Doğu Almanya’yı terk ederek, kapitalist Batı Almanya’ya geçmeye başladılar. 1959’da, 145.000 kişi DAC’yi terk etti; 1960’da bu sayı 200.000 olmuştu ve 1961’de 300.000 kişinin ülkeyi terk etmesi bekleniyordu. Gidenler özelikle genç kuşaktan –gidenlerin yarısı 25 yaşın altındaydı- ve çalışmaya en uygun durumda olanlardı. Ekonomi, en verimli çalışanlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Durum karşısında paniğe kapılan Sovyetler, büyük bir gizlilikle hazırladığı planı 13 Ağustos akşamı uygulamaya başlar. Almanya Birlik Partisi genel sekreteri Walter Ulbricht, Berlin’in doğu ve batısını birbirinden ayıran sınırın üzerinde bir duvar inşasını (Berlin Duvarı) emretti. Ulbricht, 15 Haziran 1961’de, Doğu Berlin’deki bir konferansta Batı Berlinli gazeteci Annamarie Doherr’in sorusuna “Kimsenin duvar inşa etme gibi bir niyeti yok” diye cevap veriyordu ancak 13 Ağustos sabahı batıdaki işine gitmeye çalışanlar Berlin duvarı engelini geçemediler. Aynı şekilde batıda olup da doğuya dönen işçilere de izin çıkmadı.
Berlin’de halk bir süre Berlin duvarını aşmayı başardıysa da hükumet kısa sürede Berlin duvarını yükseltti; mayınlı alanlar, vahşi köpekli askerler ve gözcü kontrol kuleleriyle geçişi bütünüyle engelledi. Doğu ve Batı arasındaki bu duvar, aslında biri 3,5 diğeri 4,5 metrelik iki çelik parçadan meydana geliyordu. Doğu tarafına bakan duvar kaçmaya çalışacak kişilerin kolayca belirlenmesi için beyaz renge boyanmıştı. Doğudaki duvar boyunca yerde çelik kapanlar ve mayın tarlaları bulunuyordu, 186 yüksek gözetleme kulesi ve yüzlerce lamba mevcuttu. Doğuda motosikletli ve yaya polisler ve köpekler de kontroldeydi. Berlin duvarı boyunca 25 kara, demir ve suyolu sınır kapısı yer alıyordu.
Stalinist baskıya rağmen yüzlerce kişi 1989’a kadar çok çeşitli yöntemlerle batıya kaçmayı denedi. Ev yapımı planörlerle, araçların benzin depolarında, tüneller suretiyle çok sayıda insan batıya geçmeyi denedi. Bu girişimler sırasında sayı tam olarak belirlenememekle birlikte 300 kişi hayatını kaybetti. Duvarın yıkılmasından 9 ay kadar önce, 6 Şubat 1989’te Chris Gueffroy isimli bir kişi kaçmaya çalıştı.
1989 başlarında işçilerin “Halkız biz!” sloganıyla başlattığı hareketler sonucunda, Demokratik Almanya Cumhuriyeti isteyen Doğu Alman vatandaşlarının Sovyetler dahilindeki diğer Doğu Bloku ülkelerine geçişine izin verdi. İzinle beraber binlerce kişi; Polonya, Çekoslovakya Macaristan, Yugoslavya başkentlerine akın etti ve buralarda bulunan Amerikan, İngiliz, Fransız büyükelçiliklerine sığındı. Daha sonra da bu sığınmacılar özel trenlerle Doğu Bloku dışındaki ülkelere kaçmaya başladılar. Kaçışın bu kadar sık olduğu bir durumda Doğu Alman Hükumeti duruma bir çözüm bulmak için toplandı. Doğu Almanya’dan çıkılabildiğine göre duvarın da bir anlamı kalmamıştı.
Doğu Almanlar, yoğun baskılara dayanamayarak 9 Kasım 1989’da batıya geçişlerin tümüyle serbest kaldığını duyurdu. Kararın açıklanmasıyla birlikte duvarın iki tarafında yüz binler birikmeye başladı. Gece yarısından itibaren insanlar batıya geçmeye başladı. 13 Ekim 1990’da ise Demokratik Almanya Cumhuriyeti baskıcı diktatörlüğü ve utanç duvarı tarihe karıştı.