Ebû Hanîfe veya İmâm-ı Âzam künyesiyle şöhret bulan, Hanefi mezhebinin imamı ve büyük müctehid; hukuki düşünce ve ictihad anlayışının gelişmesinde önemli paya sahiptir. Ebû Hanife olarak anılması, hanife denilen bir tür yazı teşkilatını yanında bulundurması veya hanif kelimesinin sözlük anlamı bakımından doğruluktan ayrılmayan bir kişi oluşuyla Iraklılar arasında izah edilir zira Hanife adında bir kızının, Hammâd’dan başka oğlunun olmadığı bilinmektedir.
Onun öncülüğünde ilerleyen ve öğrencilerin büyük çabalarıyla gelişerek yaygınlaşan Irak fıkıh ekolü de imamın bu künyesine nispeten “Hanefî mezhebi” adını alacaktır. Ehl-i sünnetin yüzde sekseni Hanefi mezhebindedir. Ömrü boyunca dinsizlerle ve sapık fırkalarla mücadele etti.
İmâm-ı Âzam sıfatı “Büyük imam” manasına gelmektedir. Ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğu olarak 699 yılında Kûfe’de dünyaya geldi. Hayatı mali sıkıntılardan uzak geçer. Dedelerinin Fars menşeli olduğu rivayet edilir. Dedeleri dönemin Sâsânî Devletinde görev alarak valilik yapmış kimselerdir. Dedelerinin ana yurdu bölgelerinde Türkler dahil birçok Müslüman kavmin bulunması, onun aslen Türk olabileceği ihtimalini de akla getirir. Küçük yaşlarında Kur’an’ı Kerim’i ezberlediği düşünülen Ebû Hanîfe, kıraat ilmini kırâat âlimlerinden Âsım b. Behdele’den öğrenir. Ticaretle uğraşan, parlak bir zekâya sahip Ebû Hanîfe’ye çevresindeki alimler yakın ilgi göstereceklerdir.
Dönemindeki inkârcı ve bid‘atçılarla fikri tartışmalara girmiş, farklı itikadî yapılara sahip kişi ve mezheplerin yer aldığı Basra kentine bazı zamanlarda gerçekleştirdiği seyahatlerinde de bu istikametini sürdürmüştür. Münazaralarında itikadî esasları savunmayı ilke edinir. Onun bu alandaki görüşleri, zamanla belirginleşecek Ehl-i sünnet anlayışının oturmasına yardımcı olur. Devrinin seçkin ilim adamlarının çoğu ile sohbet ve onlardan ilmi noktada faydalanma imkanları elde eden Ebû Hanîfe’nin asıl hocası, zamanının Kûfe re’y ekolünün üstadı Hammâd b. Ebû Süleyman’dır. Ebû Hanîfe, 720’den hocasının vefatına kadar on sekiz senesince ders halkasına devam etmiş, seçkin talebeleri arasında yer almış, hocasının bulunmadığı vakitlerde ona vekaleten ders verebilecek mertebeye yükselmiştir. Hammâd’ın 738’deki vefatı üzerine, kırklı yaşlarında öğrencileri ve arkadaşlarının ısrarı üzerine hocasının yerine geçip ders vermeye başlamış, bu hocalığı bazı aralıklarla ölümüne kadar devam etmiştir. Son derece vakarlı, zeki, üstün ve mütevazi bir anlayışa sahip Ebû Hanîfe’nin derslerine o dönemin İslam ülkesinin her tarafından talebeler katılmış ve etrafında büyük bir ders halkası oluşmuştur. Birkaç bini bulan öğrencilerinden kırkının ictihad derecesine ulaştığı bilinir.
Ebû Hanîfe’nin ictihadlarında Hz. Ömer’e bu silsilenin büyük tesirlerine rastlanır.
Irak, Kûfe ve Basra yörelerinin ileri gelen alimlerinin hadis ve fıkıh meclislerine iştirak ettiği, yüze yakın tâbiîn alimiyle görüştüğü ve birçok kimseden hadis dinlediği rivayet edilir. Bazı alimler, tâbiînden sayılabilmek için ashaptan birini görmeyi yeterli saymaktadır. Bu görüş eşliğinde Ebû Hanîfe’nin Enes b. Mâlik’i gördüğü kabul edilerek tâbiîndan sayılması mümkündür. Ömrünün elli iki yılı Emevîler, on sekiz yılı ise Abbâsîler döneminde geçecektir. Gerek Emevî gerekse Abbâsî dönemlerinde halife ve valilerin zulümlerine alenen karşı çıkmış, yanlış ve haksız hareketlerini tasvip etmiş olmamak ve halk nazarında meşrutiyet kazandırmamak için bu kişilerden gelen hediye ve yapılan vazife tekliflerinin hiçbirini kabul etmemiş, işkencelere ve hapse katlanmayı tercih etmiştir. Ebû Hanife ilimle meşgulken ticaret hayatını da tamamen bırakmadı. Bu, onun helâl rızıklanmasını sağladığı gibi, mali bağımsızlığını ve talebele ihtiyaçlarının karşılanmasını, bağımsız bir ilim meclisi teşkil etmesini de sağladı.
Ebû Hanife aleni olarak halkı ehl-i beyt’e yardıma çağırdığı için hapsedilerek gün aşırı gün kırbaçlatıldı. Bunun neticesinde yetmiş yaşında Şehidler mertebesinde hakka yürüdü. Zehirletildiği de rivayet edilmektedir. Bağdat’ta bulunan Hayruzan mezarlığına defnedildi, cenazesinde binlerce insan hazır bulunacaktır. İmam-ı A’zam hazretleri hicri 150, miladi 767 tarihinde, ikinci Abbasi halifesi zalim Ebu Cafer Mansur tarafından Bağdat’ta dövülerek şehit edilmiştir.