Anadolu kültüründe, cinlerden hüddam yani hizmetçi edinme inancının Müslümanlık öncesi Türklerde yaygın olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Türk Şamanizm inancında doğaüstü varlıklarla iletişime geçen kişiye “kam” veya Kırgız dilinde hala var olan şekliyle “bakşı” adı verilir. Bakşı’nın koruyucu ruh olduğuna inandığı “arvak” ile “hadim yani hizmete girmiş bir cinden” bahsedilmediği açıkça belli olur.
Öte yandan zamanla yok olan Anadolu Şamanizm’inde cin benzeri görünmez varlıkların izlerine rastlanmakta. Bu inancın Budizm etkisiyle şekillendiğine inananlar da yok değil.
Bu tip bir korkutucu cin anlayışı, onlarla alakalı bir çok hikayenin meydana çıkmasına sebep olmuş ve bazı toplumlar cinlerin kendilerine zarar vermemeleri için onlara sığınmaya başlamışlardır. Bu durum elbette bir çok hurafeyi de beraberinde getirmiştir. Cinlere kurban sunmak bunlardan biridir. İnsanlar yeni bir su kuyusu açtıklarında yahut yeni bir ev inşa ettiklerinde veya yeni bir eve taşındıklarında “cin kurbanı” keser, böylece hem onları razı ederek (!) yakınlık kurar onların kendilerine musallat olarak getireceği zararları önlemiş olurlardı. Cinlerden korumak için bebeğin yastığının altına ustura konması da. bir başka adettir. Böyle bir duruma denk gelen Hz. Ayşe validemiz, usturayı atmış ve Hz. Muhammed’in (SAV) bu davranışlara çok kızdığını eklemiştir (Buhari, Edebu’l Müfred).
Dönemin cahil Arap kabilelerine göre cinler genellikle terk edilmiş, karanlık ve ıssız yerlerde, mezarlarda viranelerde yaşardı. Ayrıca harabe olan ve terk edilmiş alanlar, kimsenin kolay kolay ulaşamayacağı denizler, dağ başları, gökyüzü, özellikle ıssız çöller ve garip gelebilir insanların oturduğu evler cinlerin severek mesken edindiği yerlerdi. Hal böyle olunca bir kişi vadiye indiğinde orada kalacaksa ya da yolculuk için ıssız bir çölden veya vadiden geçiyorsa o yerdeki zararı dokunabilecek cinlerden, oranın ulu cinine sığınır ve bunu yüksek sesle de ifade ederdi. Aynı şekilde bir topluluk vadi benzeri bir yerde yaşıyorsa ve oradaki kaynakların bitmesinden dolayı başka bir yere taşınacaksa yeni yerin rabbi (!) olan cine sığınır, böylece her türlü kaza beladan ve bir kısım cinlerin verecekleri zararlardan korunacaklarına inanırlardı. Bu inanca sahip kimselerin başları sıkıştığında yaptıkları ilk iş cinlere sığınmak olurdu. Bu can sıkıcı duruma Kur’an-ı Kerim’de de değinilmiş ve insanların cinlere sığınmasının, cinlerin şımarıklığını artırdığı ifade edilmiştir. (Cin 72/6).
İslam öncesi Türkler’den günümüze ulaşan “çıvı” adlı terimi Divanü Lügati’t-Türk’de “Cinlerden Bir Bölük” olarak açıklayan Mahmud Kaşgari’nin aksine İslam etkisinde kalmamış Yakut Türklerinde ifade “kişinin ruhu ve canı” olarak kendisine yer bulur. Mesela yine eski metinlerde karşımıza çıktığı üzere harp esnasında taarruza geçen iki ordunun askerleri çarpışırken o iki toplumun çıvılarının da birbirine saldırdığına inanılırmış. Özellikle askerler gece vakti dinlenirken, askerlerden çıkan çıvı daha da hiddetlenir ve böylece karanlıkta müthiş bir savaş yaşanırmış. Öyle ki, askerler geceleyin çıvıların attığı oklardan korunabilmek için çadırlarından dışarıya adım dahi atmazlarmış.
Anadolu’nun kadim tarihinden ve eski Doğu Roma İmparatorluğundan kalma adet ve inançlarından günümüze kadar gelen bazı cin-peri hikayelerinin temelini oluşturmadığını iddia etmek bizce pek mümkün değildir.